23 Eylül 2008 Salı




BÜMAK, Ayça ve Bulaşık Eldivenindeki Hikmet
Bazen hayatın akışına kapılır gider ya insan, bu son iki ay bende de öyle oldu biraz. Önce deniz tatili, ardından okul hazırlığı ve Defne'nin anneannesinin beklenmedik rahatsızlığı derken bir bakmışım ben uzuuun bir zaman bloguma ugrayamamışım meğer...
Havaların bir anda soğumasından mıdır nedir, üstümde bir uyuşukluk bir durgunluk hali. Oldum olası sevmem zaten puslu sisli kapalı havaları. Yağmuru severim ama sıcacık bir ortamda, elimde tercihen Earl Grey çay, pencereden seyrediyorsam ancak... Yok, ıslanmak değil problem, üşümeyi sevmiyorum esas olarak.

Üşümek deyince, o çenemin titremesini durduramadığım ama ne hikmetse yine de mutlu olduğum anlar da yok değil hani hafızamda. Aklıma ilk gelen, üniversite yıllarında BÜMAK (Boğaziçi Üniversitesi Mağara Araştırma Klübü) üyeleri olarak gittiğimiz mağara kamplarından enstantaneler... Yılın ilk gezisi genellikle Dupnisa Mağarası'na (Kırklareli) düzenlenirdi ve bu da 29 Ekim tatilinde olurdu genellikle. Hepi topu üç gün süren bu gezinin önemi, klübe yeni giren üyelerin ilk gezisi olmasından kaynaklanırdı. Ve o üç günden birinde mutlaka ama mutlaka yağmur yağardı. Tecrübesiz ve haliyle yeterli ekipmanı olmayan yeniler için yağmur demek, gece çadırda ıslanarak uyumak demekti. Islanmak ve uyumak!!!

Burada şimdilerde taze anne olan sevgili Ayça'yı (Ayça Tokuzlu) anmadan geçemeyeceğim. Onun klüpteki ilk gezisi idi yanılmıyorsam ve yine Dupnisa'daydık. Sağanaktan boşalırcasına yağan yağmura inat, kupkuru çadırımda uyku tulumumun içinde, tıpkı tombul bir tırtıl gibi bir sağa bir sola dönerek uyumaya çalışıyordum. Yağmurun şiddeti diğer tüm sesleri bastırmış olsa da, nasıl olduysa yenilerden çıkan yardım feryatlarını duyuverdim bir an. İlk defa bir gezide, çadırda yalnız kalmanın keyfini sürüyor olsam da, gönlüm bu sefayı daha fazla sürdürmeye razı olamadı ve yağmurdan sırılsıklam olmuş "miniminibir"lerden birin çadırıma davet ettim. Suran çıkmış balık gibi gelen o yeni eleman Ayça'dan başkası değildi. Zavallı kızcağızın üstünde kuru tek bir giysi kalmamış, üşümekten tir tir titriyordu. Helbette ki benim anaç yüreğim böyle bir manzara karşısında kayıtsız ve umursamaz kalamazdı. Hemen çantamdan kuru bir iki giysi çıkartıp Ayça'cığı o gece mesut yuvamda, pardon kuru çadırımda huzurlu uykulara teslim etmiştim. Yaaa sevgili anı-paylaşıcılarım, bendeniz ne kadara da yüce gönüllü birisisiyim. Ayça beni ne zaman görse o geziyi ve o ıslak geceyi bana hep hatırlatır ve kendimi kahraman kedi gibi hissetmemi sağlar. (Kahraman kedi veya superwoman ne farkeder)
Amaaa, her gece de yağmur yağmazdı tabii ki. Yağmursuz ve gelin görün ki sıkı soğuk olan gecelerde, ateş başı sohbetleri eksik olmazdı. Kara kazanda, imece usulü pişirilen yemeğin ardından (ki menude genellikle mercimek yemeği ve pilav veya hazır çorba ve tonbalıklı makarna falan olurdu) o soğukta bulaşıkları kim yıkayacak tartışması yaşanırdı. Eskiler, yeni üyelere eziyet etmeyi bir ödev bilerek, bu ıslak ve kesinlike "el dondurucu" görevi mutlaka yeni üyelerden birine verirlerdi. Zavallıların parmaklarını giydikleri bulaşık eldivenleri de korumaz, o parmaklar buzzzz gibi suyun altında gerçek birer buz parçacığına dönüşürlerdi. Bulaşık eldivenlerinin mağara kampında ne işi var diyenler, bulaşık eldiveninin hikmetini bilmez de ondan böyle konuşurlar herhalde; yoksa siz de mi onlardansınız? Efendim, bulaşık eldiveni mağara kampları için gerekli malzemeler listesinin en başında olmasa da, ilk onu içinde yer alan, unutulduğu takdirde, sahibini derin üşümelere ve parmaklarında hissizliklere gark edecek olan, pek mühim eldivenlerdir. Her kampta iki çift parçalamışlığım vardır. O ıslak ve haliyle soğuk mağaralarda eldivensiz olmak, dalgalı denizde cankurtaran simidi olmaksızın yüzmeye benzer. Tamam biraz abarttığımı kabul ediyorum, öldürmez ve fekat kesinlikle süründürür bulaşık eldivensizliği mağara ortamlarında. Neyse ki benim hiç başıma gelmemiştir, ne de olsa akıllı bir kadınımdır ( o yıllarda haliyle gençkız idim zamanın acı çemberini ortalamış olsam da şimdilerde)

Soğuk ve kasvetli havalar beni nerelere götürdü görüyor musunuz sevgili blogseverler... Bu yıl, 35. kuruluş yıldönümünü kutlamakta olan BÜMAK sayesinde edindiğim birbirinden değerli anılar, kurduğum keyifli dostluklar bugünkü yaşantıma keyif katan vazgeçilmezlerim arasında. Dile kolay, tam 35 yıl önce bir avuç macerasever Boğaziçili tarafından kurulan BÜMAK, her yıl arasına katılan yeni üyelerle maceralarına tüm salaşlığı ve keyfiyle devam etmekte. Salaş derken sakın bunu kötü anlamda kullandığımı sanmayın. Salaşlık ve dağınıklık BÜMAK kamplarının ruhunda vardır ve nesilden nesile geçer. Üyeler değişir ama bu iki özellik değişmez BÜMAK kamplarında. Kampların keyfi de biraz oradan mı gelir ne?

Herneyse, bu vesile ile anmış olduğum BÜMAK'ın 35. yaşgününü buradan kutluyor ve nicedir katılamadığım salaş ama keyifli mağara kamplarını tekrar yaşamak dileğiyle ne çikolata ne de yemekneyn tarifi vermeden aranızdan ayrılıyorum. BÜMAK üyeleri hepinizin yanaklarından öpüyorum, 18 Ekim'deki kutlama yemeğinde görüşmek ümidi ile.... Hoşçakalın, çamurunuz ve neşeniz bol olsun!












Hiç yorum yok: